Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu



Öncelikle belirtmeliyim ki birçok kişinin önerdiği Stefan Zweig’dan okuduğum ilk kitap Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu oldu. O biter bitmez 2 kitabını daha okudum ve gönül rahatlığıyla söylemeliyim ki Stefan Zweig ne yazmışsa okumalıyım, okumalıyız. Bu kitabı da elinize aldığınızda asla tamamını bitirmeden bırakamayacağınıza emin olduğum için sizlere de önermek istiyorum. Fazla kalın bir kitap değil fakat yarattığı etki oldukça büyük. Kendinizi olayların akışına bırakırken aynı zamanda karakterlerin psikolojilerini de düşünmeden edemiyorsunuz. Öyle ki hala bunun bir aşk mı yoksa hastalık mı olduğu sorusunu kendime soruyorum.

“Sana, beni asla tanımamış olan sana”
Evet, mektup bu cümleyle başlıyor fakat bu kadının hikayesi yıllar önce daha hiç kimsenin haberi yokken sessiz sedasız başlamış. İsminden de anlaşıldığı gibi bir yerlerde, ismini dahi bilmediğimiz bir kadının yıllarca tek başına sürdürdüğü o büyük aşkının hikayesini kendi dilinden okuyoruz. Kitabımızın başkahramanı olan bu kadın hakkında kendi mektubundakiler haricinde hiçbir şey öğrenemiyoruz. Keza diğer kahramanımız olan R.’yi de ancak kadının mektubundan tanıyabiliyoruz. Çocuğunu henüz yeni kaybetmiş, kendisi de ölüm döşeğinde olan bir kadının yıllarca hissettiklerini, yaşadıklarını anlattığı sayfalarca mektup… İnsanın etkilenmemesi mümkün değil. Başta kadının yaşının da etkisiyle R.’ye karşı duyduğu o saf sevgi okurken sıcacık hissettiriyor. Mektuba devam ettikçe bu sevginin zamanla sonsuz bir aşka dönüşüne tanık oluyoruz. Kadın sevmekten vazgeçmiyor, adamsa onu asla görmemekten… Kitap hakkında daha fazla bilgi vermeyip umarım sizler de okursunuz diyor ve sizleri kitabın çevirmeni olan Ahmet Cemal’ın sonsözde yazdığı birkaç satırla baş başa bırakıyorum:

“Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Bu, her okurun tek başına cevap vermek zorunda olduğu bir soru ve kanımca hiç de kolay olmayabilir; çünkü Zweig’ın bu metin aracılığı ile insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa çıkmış olması ve bu yolcuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması gibi bir ihtimal de var!”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dangal

Kuyucaklı Yusuf

Can Dostum